
Gallant – V.E. Schwab: Kitabın Geniş ve Özgün Özeti
V.E. Schwab’ın Gallant, gotik bir atmosferde geçen, aile sırları, ölümle dans eden bir miras ve aidiyet arayışı üzerine kurulu büyüleyici bir genç yetişkin romanıdır. 2022’de yayımlanan bu eser, 320 sayfalık standalone (tekil) bir hikâye olarak, okuyucuyu karanlık bir malikânenin gölgeli koridorlarında gezintiye çıkarırken, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerine dokunan evrensel temaları işliyor. Ana karakter Olivia Prior’ın yolculuğu, hem gizemli hem de duygusal bir serüven sunarak, Schwab’ın lirik üslubu ve atmosfer yaratma yeteneğiyle taçlanıyor.
Hikâye, Olivia Prior’ın Merilance Kız Okulu’nda geçirdiği yalnız günlerle başlar. Olivia, 16 yaşında, annesini ve babasını hiç tanımamış bir yetimdir. Doğuştan dilsizdir; konuşamaz, ama bu sessizlik onu zayıf kılmaz. Aksine, Olivia güçlü bir karaktere sahiptir; okulda diğer kızlar tarafından dışlansa da, pes etmez ve kendi yolunu çizer. Onu diğerlerinden ayıran bir başka özellik ise “gulyabanileri” (ghouls) görebilmesidir; bu yarı şekilli, soluk hayaletler, ona çocukluğundan beri eşlik eder. Olivia’nın elindeki tek ipucu, annesinin geride bıraktığı bir günlüktür. Ancak bu günlük, mantıklı bir hikâyeden çok, deliliğe doğru kayan karmaşık cümleler ve çizimlerle doludur. Annesinin yazdığı tek net uyarı şudur: “Gallant’tan uzak dur.” Yine de bu günlük, Olivia’nın geçmişine dair tek bağıdır ve onu defalarca okur, satır aralarında bir anlam arar.
Bir gün, Merilance’teki monoton hayatı, beklenmedik bir mektupla değişir. Mektup, Olivia’nın daha önce hiç duymadığı bir amcası, Arthur Prior’dan gelmiştir ve onu aile malikânesi Gallant’a davet etmektedir. Olivia, bu çağrıyı bir umut ışığı olarak görür; belki de yıllardır özlemini çektiği “yuva”yı bulacaktır. Okuldan ayrılıp Gallant’a vardığında ise hayal kırıklığıyla karşılaşır: Amcası ölmüştür, mektup yıllar öncesine aittir ve malikânede onu kimse beklememektedir. Gallant, büyük ama harap bir yapıdır; gri yabani otlar gül bahçesini boğmuş, odalar tozlu örtülerle kaplıdır ve her köşede bir melankoli hissedilir. Malikânede yaşayanlar, Olivia’nın kuzeni Matthew Prior ile iki hizmetkâr, Hannah ve Edgar’dır. Matthew, soğuk ve düşmanca bir tavır sergiler; Olivia’nın burada olmasını istemez ve ona hemen gitmesini söyler. Ancak Olivia, bu gizemli yeri terk etmeye niyetli değildir; Gallant, annesinin günlüğünde bahsettiği yerdir ve burada kalmak, geçmişini çözmek için tek şansıdır.
Gallant’ta geçirdiği ilk günlerde, Olivia malikânenin tuhaf kurallarını fark eder: Geceleri dışarı çıkmak yasaktır ve bahçedeki yıkık bir taş duvarın ötesine geçmek kesinlikle tabu. Ayrıca, gulyabaniler burada da peşini bırakmaz; ama bu kez tanıdık yüzler taşırlar. Olivia, bu hayaletlerin ölmüş aile bireyleri olduğunu keşfeder ve malikânenin sırlarla dolu olduğunu anlamaya başlar. Matthew’un sert tavrına rağmen, Hannah ve Edgar ona sıcak davranır. Özellikle Edgar’ın işaret dilini bilmesi, Olivia’nın yıllardır özlemini çektiği bir iletişim kapısı açar. Olivia, annesinin günlüğünü yeniden okurken, ipuçlarını birleştirmeye çalışır. Günlükteki çizimler ve satırlar, Gallant’ın ötesinde başka bir gerçeklik olduğunu ima eder. Cesaretini toplayan Olivia, bir gece duvarın ötesine geçmeye karar verir ve bu adım, hayatını sonsuza dek değiştirir.
Duvarın ardında, Gallant’ın bir ayna görüntüsü gibi görünen ama tamamen farklı bir yer vardır. Bu “Öteki Gallant”, çürüyen bir malikânedir; gulyabaniler burada tam şekillidir ve her şey daha karanlık, daha tehditkârdır. Bu dünyada, gizemli bir figür hüküm sürer: “Evin Efendisi” ya da Olivia’nın annesinin günlüğünde adlandırdığı şekliyle “Ölüm”. Bu figür, uzun boylu, soluk ve korkutucu bir varlıktır; gölgelerden yapılmış gibi görünür ve etrafında bir ağırlık taşır. Olivia, burada ailesinin nesiller boyu sakladığı gerçeği öğrenir: Prior ailesi, dünyamızı bu karanlık boyuttan korumakla görevlidir. Gallant, iki dünya arasındaki bir sınırdır ve her nesilde bir Prior, bu dengeyi korumak için fedakârlık yapmalıdır. Olivia’nın babası, bu görevde başarısız olmuş ve annesi Grace, Ölüm’le yüzleşirken aklını yitirmiştir. Matthew ise bu yükü sırtlanan son Prior’dır ve Olivia’nın gelişi, onun için bir tehdit gibi görünür.
Hikâyenin doruk noktası, Olivia’nın bu iki dünya arasında bir seçim yapmak zorunda kalmasıyla gelir. Ölüm, ona bir teklif sunar: Eğer onun yanında yer alırsa, sonsuz bir güç ve aidiyet bulacaktır. Ancak bu, ailesini ve dünyasını terk etmesi anlamına gelir. Olivia, Matthew ve hizmetkârlarla iş birliği yaparak Ölüm’e karşı durmaya karar verir. Bu mücadelede, annesinin günlüğündeki çizimlerin babasının cevapları olduğunu fark eder; ebeveynleri arasında bir iletişim köprüsüydü bu günlük. Olivia, cesareti ve kararlılığıyla Ölüm’ü bir kez daha duvarın ardına hapseder, ama bu zafer bir bedel gerektirir. Matthew, savaşta ağır yaralanır ve Gallant’ın koruyucusu olarak yerini Olivia’ya bırakır.
Kitap, Olivia’nın Gallant’ta kalmayı seçmesiyle sona erer. Malikâne hâlâ haraptır, gulyabaniler hâlâ oradadır, ama Olivia artık yalnız değildir. Hannah ve Edgar’la bir aile kurar ve Matthew’un anısını yaşatır. “Ev, bir seçimdir,” der Schwab, ve Olivia, bu kırık dökük yerde kendi evini inşa eder. Hikâye, neşeli bir sonla bitmez; melankoli ve fedakârlık hissi hep canlı kalır. Olivia, sessizliğiyle ve gulyabanilere olan bağıyla, Gallant’ın yeni koruyucusu olur.
Gallant, aile, kayıp ve kimlik temalarını işlerken, gotik korku ile büyülü gerçekçiliği harmanlar. Olivia’nın dilsizliği, onun iç dünyasını daha da derinleştirir; Schwab, bu sessizliği bir zaaf değil, bir güç olarak sunar. Kitaptaki çarpıcı çizimler, annesinin günlüğünü görselleştirerek hikâyeye estetik bir katman ekler. Ölüm’ün gizemli varlığı ve Gallant’ın iki yüzü, okuyucuyu hem büyüler hem de ürpertir. Özetle, Gallant, karanlık bir masal gibi; sizi içine çeker, gölgelerde gezdirir ve sonunda aidiyetin ne anlama geldiğini sorgulatır. Olivia’nın yolculuğu, okuyucuya şunu hissettirir: Gerçek yuva, mükemmel bir yer değil, kendinizi bulduğunuz yerdir.