Veda Etmiyorum – Han Kang Kitap Özeti

Han Kang’ın 2021’de yayımlanan ve 2023’te Prix Médicis ile Prix Femina ödüllerini kazanan romanı Veda Etmiyorum (We Do Not Part), Güney Kore’nin travmatik geçmişine ışık tutan, yas, hafıza ve dostluk temalarını derinlemesine işleyen çarpıcı bir eser. 2024’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanarak adını tarihe yazdıran Han Kang, bu romanda da şiirsel ve mesafeli üslubunu konuşturuyor. Jeju Adası’nda 1948’de yaşanan katliamın gölgesinde geçen hikâye, üç kadının gözünden anlatılıyor: Anlatıcı Gyongha, arkadaşı Inson ve Inson’un annesi. Roman, karla kaplı bir adada, soğuk ve melankolik bir atmosferde, geçmişi unutmayı reddedenlerin sessiz çığlıklarını duyuruyor. Aşağıda, kitabın tüm önemli detaylarını kapsayan, okuyucunun kitabı adeta yaşamış gibi hissedeceği geniş ve özgün bir özet sunuluyor.

Hikâye, Gyongha’nın gözünden başlıyor. Gyongha, Seul’de yaşayan bir yazar; sessiz, içine kapanık, ama duygularını kelimelere dökmekte usta bir kadın. Bir gece, çocukluk arkadaşı Inson’dan gelen bir telefonla uyanıyor. Inson, kabuslar gördüğünü, Gyongha’yı rüyasında kanlar içinde bulduğunu söylüyor ve onu Jeju Adası’ndaki evine davet ediyor. Gyongha, isteksizce de olsa kar fırtınasının ortasında adaya gidiyor. Inson’un evine vardığında, arkadaşını hasta ve bitkin buluyor; Inson, bir kazada elini yaralamış, ama asıl yara içinde: Annesinin geçmişiyle ilgili belgeleri karıştırırken, Jeju Katliamı’nın izlerini bulmuş. 1948’de, Kore Savaşı öncesi dönemde, ABD destekli Güney Kore ordusu, komünist şüphesiyle Jeju Adası’nda binlerce sivili –çocuklar, kadınlar, yaşlılar dahil– katletmiş. Inson’un annesi, bu vahşetin tanıklarından biri; ailesinin çoğu gözlerinin önünde öldürülmüş, kendisi ise mucizevi bir şekilde kurtulmuş.

Roman, üç farklı zaman dilimi ve bakış açısıyla ilerliyor. İlk bölüm, Gyongha’nın gözünden, Inson’un evindeki soğuk ve kasvetli günleri anlatıyor. Ev, karla kaplı, elektrik kesik, soba zor yanıyor. Inson, annesinin dikiş kutularında sakladığı mektupları ve gazete kupürlerini Gyongha’ya gösteriyor. Bu belgeler, katliamın dehşetini ortaya koyuyor: Köyler yakılmış, insanlar kurşuna dizilmiş, cesetler denize atılmış. Inson’un annesi, o dönemde emziren bir anneymiş; açlıktan ölmemek için istemeye istemeye balık yemiş, ama sonra “Deniz, o insanları yedi,” diyerek bir daha deniz ürünü ağzına koymamış. Gyongha, bu belgeleri okurken Inson’un kabuslarını anlamaya başlıyor: Arkadaşı, annesinin travmasını devralmış gibi. Inson’un rüyalarında ölü kuşlar uçuşuyor, kanlı eller beliriyor; Gyongha ise bu rüyalarda hep bir gölge gibi.

İkinci bölüm, Inson’un annesinin geçmişine dalıyor. Bu kısım, annenin gençlik anılarını ve katliam günlerini hatırladığı bir bilinç akışı gibi yazılmış. Adada kar yağıyor, ama o günler kanla kaplı: Annesi, ailesini birer birer kaybediyor. Babası, kardeşleri, komşuları… Bir sahnede, annesi bir çukurun kenarında saklanırken, askerlerin çocukları süngülerle öldürdüğünü görüyor. Bu anılar, annenin hayatını sonsuza dek değiştiriyor; o günden sonra kâbuslarla yaşıyor, yatak örtüsünün altına kıl testere saklıyor, çünkü “Biri gelirse kendimi korurum,” diyor. Ancak bu travma, Inson’a da miras kalıyor. Inson, annesinin acısını anlamak için Jeju’ya dönmüş, ama bu araştırma onu tüketmiş. Gyongha, arkadaşının bu yükü taşıyamayacağını fark ediyor, ama Inson vazgeçmiyor: “Veda etmiyorum,” diyor, “onları unutursam, tamamen kaybolurlar.”

Üçüncü bölüm, Gyongha ve Inson’un şimdiki zamanına geri dönüyor, ama annenin hayaletimsi varlığı hep hissediliyor. Inson, annesinin belgelerini bir kitaba dönüştürmek istiyor; Gyongha’dan yardım bekliyor. Ancak kar fırtınası şiddetleniyor, evde yiyecek azalıyor, Inson’un yarası iltihaplanıyor. Gyongha, arkadaşını hastaneye götürmek için karla kaplı yolda araba kullanmaya çalışıyor, ama fırtına görüşü sıfıra indiriyor. Bu sahnede, iki kadının dostluğu sınanıyor: Gyongha, Inson’u kurtarmak için kendi korkularını yeniyor. Hastaneye vardıklarında, Inson’un durumu kritik; ama o, hâlâ annesinin hikâyesini anlatmaktan vazgeçmiyor. Gyongha, bu süreçte kendi içsel yolculuğunu yaşıyor: Yazar olarak hep mesafeli durduğu acılarla yüzleşiyor, Inson’un ısrarıyla “hatırlamanın” gücünü keşfediyor.

Romanın sonu, açık uçlu ve hüzünlü bir tonda kapanıyor. Inson hastanede yatarken, Gyongha onun başında bekliyor. Kar durmuş, ama ada hâlâ beyaz bir örtüyle kaplı. Gyongha, Inson’un annesinin mektuplarından birini okuyor: “Çocuklar ölmesin diye yaşadım.” Bu cümle, Gyongha’yı ağlatıyor; o ana kadar duygularını bastırmış olan yazar, ilk kez gözyaşlarına boğuluyor. Inson uyanıyor ve Gyongha’ya gülümsüyor; sanki annesinin ruhu da o anda huzur buluyor. Ancak Yeong-hye’nin tamamen iyileşip iyileşmediği belirsiz; Han Kang, okuyucuya kesin bir cevap vermiyor. Gyongha, Seul’e dönerken, Jeju’nun karlı manzarasına bakıyor ve “Veda etmiyorum,” diye düşünüyor. Bu son, hem bir veda etmeme yemini hem de geçmişi taşımanın ağırlığını hissettiriyor.

Veda Etmiyorum, Han Kang’ın tarihsel travmalarla yüzleşmedeki ustalığını gösteren bir roman. Jeju Katliamı’nın soğuk gerçekliği, üç kadının kırılgan ama dirençli ruhlarıyla iç içe geçiyor. Gyongha’nın mesafeli anlatımı, Inson’un tutkulu arayışı ve annenin hayaletimsi acısı, hikâyeye katman katman derinlik katıyor. Kar, kan, kuşlar ve ateş gibi imgeler, romanı şiirsel bir rüyaya çeviriyor; ama bu rüya, acı dolu bir gerçekliğe dayanıyor. Han Kang, propaganda yapmadan, duygusallığa kapılmadan, evrensel bir dille acıyı anlatıyor. Roman, Güney Kore’nin yaralarını açarken, dünyanın her yerindeki unutulmuş travmalara da ses oluyor. Veda Etmiyorum, okuyanı hem üşüten hem ısıtan bir eser; hatırlamanın ve yas tutmanın, veda edememenin ne demek olduğunu derinden hissettiriyor. Han Kang, bu romanda bir kez daha neden Nobel’e layık görüldüğünü kanıtlıyor: O, insanlığın ortak acısını yazan bir vicdan.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir