
Sally Rooney’nin 2024’te yayımlanan romanı Intermezzo, İrlandalı yazarın önceki eserlerinden tanıdığımız duygusal derinlik, karmaşık insan ilişkileri ve modern yaşamın çelişkilerini ele alışını bir kez daha gözler önüne seren bir eser. Roman, babalarının ölümüyle sarsılan iki kardeş, Peter ve Ivan Koubek’in yas, aşk, aile bağları ve kişisel arayışlarla dolu hikayesini merkeze alıyor. Rooney, bu kez üslubunda cesur bir adım atarak bilinç akışı tekniğini ustalıkla kullanıyor ve karakterlerin iç dünyalarını bulanık, yoğun bir atmosferle okuyucuya aktarıyor. Dublin’in yağmurlu sokaklarında geçen bu hikaye, hem tanıdık hem de yenilikçi bir Sally Rooney deneyimi sunuyor. Aşağıda, kitabın tüm önemli detaylarını kapsayan, okuyucuyu adeta kitabı yaşamış gibi hissettirecek geniş ve özgün bir özet sunuluyor.
Hikaye, birbirine zıt karakterlere sahip iki kardeşin, Peter ve Ivan’ın, babalarının ani ölümünden sonraki hayatlarına odaklanıyor. Peter, 30’lu yaşlarında, Dublin’de başarılı bir avukat. Dışarıdan bakıldığında kendine güvenli, yetkin ve hayatı kontrol altında biri gibi görünüyor. Ancak babasının ölümü, onun iç dünyasında derin bir çöküşü tetikliyor. Peter, uykusuzlukla boğuşuyor ve geceleri uyuyabilmek için ilaçlara sığınıyor. Hayatında iki kadın var: Sylvia ve Naomi. Sylvia, Peter’ın uzun süredir sevdiği, entelektüel bir kadın. Onunla geçmişi derin, duygusal bir bağları var, ancak Sylvia’nın yaşadığı fiziksel bir rahatsızlık nedeniyle ilişkileri belirsiz bir yerde duruyor. Peter, Sylvia’ya duyduğu sevgiyi sorgularken, bir yandan da hayatına giren 23 yaşındaki Naomi ile daha yüzeysel, fiziksel bir ilişki yaşıyor. Naomi, özgür ruhlu, genç bir üniversite öğrencisi; Peter’a eğlence ve kaçış sunuyor, ama bu ilişki Peter’ın içindeki boşluğu doldurmuyor. Peter’ın bölümleri, onun zihnindeki karmaşayı yansıtacak şekilde yazılmış: diyaloglar ve iç monologlar birbirine karışıyor, düşünceler kesik kesik akıyor. Okuyucu, Peter’ın zihnindeki bu bulanıklığı adeta yaşıyor; bir yandan Sylvia’ya duyduğu bağlılık, diğer yandan Naomi ile geçirdiği anlar arasında sıkışıp kalmış bir adamın çaresizliğini hissediyor.
Ivan ise Peter’dan çok farklı bir karakter. 22 yaşında, bir satranç dehası, ama sosyal becerileri zayıf, utangaç ve biraz tuhaf biri. Peter’ın aksine, Ivan hayatında büyük başarılar elde etmiş gibi görünmüyor; satranç turnuvalarında kazandığı ödüller dışında maddi durumu kötü, gelecek planları belirsiz. Babasının ölümüyle birlikte Ivan da kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Onun hayatı, bir satranç turnuvasında tanıştığı Margaret ile değişiyor. Margaret, 30’lu yaşlarının ortasında, boşanmış, küçük bir kültür merkezinde çalışan bir kadın. Ivan’la arasında yaş farkı var ve bu ilişki, toplum normlarına ters düşen bir dinamik taşıyor. Ancak Ivan, Margaret’ta daha önce hiç tatmadığı bir şefkat ve anlayış buluyor. Margaret’ın sakin, olgun tavrı, Ivan’ın kırılgan ruhuna bir sığınak gibi geliyor. Ivan’ın bölümleri, Peter’ınkilerden daha düzenli bir üslupla yazılmış; onun düşünceleri daha net, duyguları daha saf bir şekilde aktarılıyor. Bu ayrım, Rooney’nin iki kardeşin ruh hallerini dil üzerinden de ustalıkla yansıttığını gösteriyor.
Romanın temel çatışması, Peter ve Ivan’ın babalarının ölümüyle birbirlerinden uzaklaşmaları ve kendi hayatlarında anlam ararken karşılaştıkları zorluklar etrafında şekilleniyor. Peter, Ivan’ı küçümsüyor; onu başarısız, tuhaf ve biraz acınası buluyor. Ivan ise Peter’ı soğuk, kibirli ve duygularını bastıran biri olarak görüyor. Babalarının cenazesi ve sonrasında yaşananlar, bu gerilimi daha da artırıyor. Peter, aile içindeki “büyük kardeş” rolünü üstlenmeye çalışırken, Ivan sessizce kendi yolunu çizmeye çabalıyor. Ancak hikaye ilerledikçe, iki kardeşin birbirine ne kadar ihtiyaç duyduğu ortaya çıkıyor. Peter’ın Sylvia ve Naomi ile ilişkilerindeki çıkmazları, Ivan’ın Margaret ile kurduğu bağa paralel bir şekilde işleniyor. Her iki kardeş de, yasın ağırlığı altında kendi hayatlarını yeniden tanımlamaya çalışıyor.
Romanın orta noktasında, Peter’ın Sylvia ile yüzleştiği duygusal bir sahne var. Sylvia, Peter’a ilişkilerinin artık sürdürülemez olduğunu söylüyor; fiziksel rahatsızlığı nedeniyle ona tam anlamıyla bir partner olamayacağını düşünüyor ve Peter’ı özgür bırakmak istiyor. Bu sahne, Peter’ın gözyaşlarına boğulduğu, nadir görülen bir kırılganlık anı. Aynı sıralarda, Ivan ve Margaret’ın ilişkisi derinleşiyor. Margaret, Ivan’a satranç turnuvalarında eşlik ediyor, onun hayatına dahil oluyor. Ancak bu ilişki de sorunsuz değil; Margaret’ın eski kocasıyla ilgili geçmişi ve Ivan’ın maddi zorlukları, aralarındaki bağı zaman zaman sınava tabi tutuyor. Rooney, bu ilişkileri öyle incelikle işliyor ki, her karakterin zaafları, korkuları ve umutları okuyucuya çıplak bir şekilde sunuluyor.
Hikayenin doruk noktası, Peter ve Ivan’ın bir Noel yemeğinde bir araya geldikleri sahne. Peter, Naomi’yi de davet ediyor, ama Ivan ve Margaret’la birlikte geçirdikleri bu akşam, kardeşler arasındaki tüm bastırılmış duyguların açığa çıkmasına neden oluyor. Peter, Ivan’a karşı yıllardır biriktirdiği öfkeyi dışa vuruyor; onu babalarının ölümünden sonra aileyi yeterince önemsememekle suçluyor. Ivan ise Peter’a, onun duygusal mesafesinin ve kibrinin ailelerini daha da dağıttığını söylüyor. Bu tartışma, romanın en yoğun anlarından biri; iki kardeşin birbirine söyledikleri sert sözler, aynı zamanda birbirlerine duydukları derin sevgiyi de açığa çıkarıyor. Tartışmanın ardından Peter, Naomi ile ilişkisinin bir kaçış olduğunu fark ediyor ve onu terk ediyor. Ivan ise Margaret’la olan bağını güçlendirmek için bir adım atıyor; ona Dublin’de birlikte bir hayat kurmayı öneriyor.
Romanın sonu, iki kardeşin barışmasıyla kapanıyor. Peter, Sylvia ile ilişkisini tamamen bitiriyor ve kendi iç dünyasında bir tür huzur buluyor. Ivan ve Margaret ise birlikte yaşamaya başlıyor; Ivan, satranç kariyerine devam ederken, Margaret’la kurduğu ilişki ona hayatında ilk kez gerçek bir aidiyet hissi veriyor. Rooney, hikayeyi büyük bir çözümle ya da dramatik bir finalle bitirmiyor; aksine, hayatın olağan akışına bırakıyor. Peter ve Ivan, babalarının yasını tamamen geride bırakmasalar da, kendi yollarını bulmuş gibi görünüyorlar. Dublin’in gri gökyüzü altında, yağmurun eşlik ettiği bu son sahnede, okuyucu hem bir hüzün hem de bir umut hissediyor.
Intermezzo, Sally Rooney’nin önceki romanlarından farklı olarak daha cesur bir üslup denediği, karakterlerin iç dünyasını derinlemesine kazıdığı bir eser. Peter’ın bulanık zihni, Ivan’ın kırılgan ama kararlı ruhu, Sylvia’nın sessiz acısı, Naomi’nin kaygısız enerjisi ve Margaret’ın olgun şefkati, romana zengin bir doku katıyor. Aşk, yas, kardeşlik ve toplumsal normlara meydan okuma temaları, Rooney’nin hassas ve akıcı diliyle birleşiyor. Kitap, okuyucuyu Dublin’in sokaklarında bir yolculuğa çıkarırken, insan ilişkilerinin karmaşıklığını ve hayatın geçiciliğini yeniden düşündürüyor. Özetle, Intermezzo, hem tanıdık bir Sally Rooney hikayesi hem de yazarın sanatında yeni bir sayfa açtığının kanıtı; okuyan herkesi hem duygusal hem de zihinsel bir yolculuğa davet eden, uzun süre akıldan çıkmayacak bir roman.