
İclal Aydın’ın Salkım Sokak No: 3, 1990’ların İzmir’inde, çoğunlukla göçmen ailelerin yaşadığı bir mahallede geçen, nostalji, dostluk ve büyüme temalarını işleyen sıcacık bir roman. 2024’te Artemis Yayınları tarafından yayımlanan bu eser, 336 sayfalık akıcı anlatımıyla okuyucuyu adeta bir zaman yolculuğuna çıkarır. Kitap, Salkım Sokak adlı hayali bir mekânda, çocukluktan yetişkinliğe uzanan bir hikâyeyi merkeze alırken, göçün zorluklarını, dayanışmayı ve geçip giden güzel günlere duyulan özlemi zarif bir dille aktarır. İclal Aydın’ın kendine has yalın ama duygusal üslubu, okuru sokak oyunlarının, komşuluğun ve büyük aile olmanın tadını aldığı bir dünyaya götürür; aynı zamanda o dünyanın yavaş yavaş kayboluşuna tanıklık ettirir. Bu roman, hem bir mahalle hikâyesi hem de bir kuşağın büyüme yorgunluğunu anlatan dokunaklı bir portre sunar.
Hikâye, 1990’ların başında, İzmir’in Üçkuyular semtinde, göçmen ailelerin yoğunlukta olduğu Salkım Sokak’ta başlar. Burası, Boşnak halaylarının, Rumeli türkülerinin, İzmir zeybeklerinin yükseldiği; çiçeklerle süslü bahçelerin, mor salkımların ve bereketli sofraların hayat bulduğu bir yerdir. Ana karakter Mert, çocukluğunu bu renkli ve güvenli mahallede geçirir. Onun gözünden, sokakta yaşayan kalabalık aileleri, komşuların birbirine ekmeğini ve derdini paylaştığı dayanışmayı, çocukların sokak oyunlarıyla geçen neşeli günlerini tanırız. Mert’in ailesi de göçmen kökenlidir; Balkanlar’dan Türkiye’ye gelmiş, yeni bir vatan inşa etmeye çalışan insanlardan biridirler. Anneannesi, dedesi, annesi ve babası, bu sokağı geleneklerle, sevgiyle ve umutla doldurur. Mert’in çocukluğu, sokak arkadaşları Canan ve Ali’yle geçer; birlikte ip atlar, saklambaç oynar, yaz akşamlarında bahçelerde toplanırlar. Bu yıllar, “her şeye güldükleri mutlu yıllar”dır; çünkü çocuklar için zaman sonsuz, büyükler ise henüz gençtir.
Ancak hikâye ilerledikçe, Salkım Sokak’ın masum dünyası değişmeye başlar. Mert’in ergenliğe geçişiyle birlikte, mahalle de dönüşüm geçirir. 90’ların sonlarına doğru, apartmanlar yükselir, bahçeli evler yerini beton yapılara bırakır. “Apartmancılar” diye anılan bu yeni düzen, mahallenin ruhunu yavaş yavaş yok eder. Mert’in anneannesi yaşlanır, dedesi vefat eder; ailede ve sokakta eksilmeler başlar. Canan’ın ailesi ekonomik zorluklar yüzünden başka bir şehre taşınır, Ali ise liseyi bitirip yurtdışına gider. Mert, bu kayıplarla birlikte çocukluğunun masumiyetini geride bırakır. Romanın bir bölümünde, sel felaketi gibi dönemin gerçekçi ayrıntıları da girer hikâyeye; hastanelerin yetersizliği, altyapı sorunları, Mert’in gözünden hem mahallenin hem de ülkenin zorluklarını gösterir. Yine de Salkım Sokak, Mert’in zihninde bir liman olarak kalır; yetişkinliğinde bile dönüp baktığı, tüm eksik parçalarını bulduğu bir yuva.
Mert’in yetişkinliği, 40’lı yaşlarına geldiğinde, hikâyenin ikinci katmanını oluşturur. Artık İstanbul’da yaşayan bir adamdır; iş hayatı, ilişkiler ve modern dünyanın yalnızlığıyla boğuşur. Ancak bir gün, anneannesinin vefatından sonra İzmir’e döner ve Salkım Sokak’ı yeniden ziyaret eder. Sokak tanınmaz haldedir; bahçeler yok olmuş, komşular dağılmış, eski neşe yerini sessizliğe bırakmıştır. Bu ziyaret, Mert’in geçmişiyle yüzleşmesine ve kendi hayatının muhasebesini yapmasına yol açar. Anneannesinin bıraktığı bir kutuda bulduğu mektuplar, fotoğraflar ve küçük hatıralar, ona ailesinin göç hikâyesini ve Salkım Sokak’ın kuruluşunu hatırlatır. Bu anılar, Mert’i hem hüzünlendirir hem de bir tür huzur verir; çünkü o sokak, tüm kayıplara rağmen, içinde taşıdığı sevgiyle hâlâ canlıdır.
Salkım Sokak No: 3, İclal Aydın’ın nostaljik ama gerçekçi üslubuyla dikkat çeker. Roman, sadece Mert’in büyüme hikâyesini değil, bir dönemin Türkiye’sini de anlatır. Göçmen mahallelerinin sıcaklığı, 90’ların kültürel dokusu – sokaklarda çalan şarkılar, komşuların bahçe suladığı akşamlar, çocukların bisiklet sesleri – okuyucuyu o günlere götürür. Aynı zamanda, modernleşmenin getirdiği kayıplar ve bireyselliğin artışı, hikâyeye ince bir hüzün katar. Mert’in anneannesi gibi yan karakterler, göçün zorluklarını ve yeni bir hayat kurma çabasını temsil eder; Canan ve Ali ise çocukluk arkadaşlığının geçiciliğini. İclal Aydın, bu zengin kurguyu yalın bir dille sunar; öyle ki, okuyucu her sayfada hem gülümser hem de gözleri dolar.
Roman, Salkım Sokak’ın bir metafor olduğunu hissettirir: Çocukluğun, masumiyetin ve dayanışmanın sembolü. Mert’in hikâyesi, birçoğumuzun kendi geçmişine duyduğu özlemi yansıtır; o “başkaları yaşlanır, biz değil” sandığımız günlere. Kitap, sinematografik bir anlatımla yazılmıştır; sahneler gözde canlanır, sokak sesleri kulakta yankılanır. İclal Aydın’ın daha önceki eseri Üç Kız Kardeş gibi, bu roman da görsel bir zenginlik taşır ve okuyucuyu adeta bir film izler gibi içine çeker. Sonunda, Mert’in Salkım Sokak’la vedası, bir dönemin kapanışı gibi hissedilir; ama o sokak, anılarda yaşamaya devam eder.
Salkım Sokak No: 3, İclal Aydın’ın edebiyattaki yerini sağlamlaştıran bir eser. Göç, aile, dostluk ve büyüme gibi evrensel temaları, Ege’nin sıcaklığıyla harmanlayarak sunuyor. Okuyucu, Mert’le birlikte o sokağa girip çıkıyor; çocukluğunu, komşularını, ilk aşkını ve kayıplarını hatırlıyor. Roman, hem bireysel bir yolculuk hem de bir mahallenin, bir dönemin hikâyesi olarak kalıcı bir iz bırakıyor. Salkım Sokak, belki de hepimizin bir zamanlar yaşadığı ya da özlediği bir yer; İclal Aydın ise bu özlemi öyle güzel anlatıyor ki, kitabı bitirdiğinizde sanki o sokakta bir süre yaşamış gibi hissediyorsunuz. Bu eser, nostaljiyle dolu, ama aynı zamanda hayata dair derin bir tefekkür sunan bir başyapıt.