Ayşe Kulin – 4 Gün 3 Gece Kitap Özeti

Ayşe Kulin’in “4 Gün 3 Gece” adlı romanı, Türkiye’nin yakın tarihine damga vuran 27 Mayıs 1960 askeri darbesini, tek bir mekânda, İstanbul’daki bir apartman dairesinde geçen dört gün üç gecelik bir zaman dilimi üzerinden anlatan etkileyici bir eserdir. Roman, darbenin kaotik atmosferini, toplumsal gerilimlerini ve bireylerin bu olağanüstü süreçteki kişisel deneyimlerini ustalıkla işler. Kulin, tarihsel bir olayı merkeze alırken, bunu bir aşk hikâyesi ve insan ilişkileriyle harmanlayarak okuyucuya hem duygusal hem de düşünsel bir yolculuk sunar. 160 sayfalık bu kısa ama yoğun roman, darbenin gölgesinde insan doğasının karmaşıklığını ve umudun kırılganlığını gözler önüne serer.

Hikâye, 27 Mayıs 1960 sabahı başlar. Türkiye, geceyi askeri bir darbeyle kapatmış ve sabah tank sesleri, radyodan yükselen darbe bildirileri ve kesilen iletişim hatlarıyla uyanmıştır. Ülke genelinde bir belirsizlik ve korku hâkimdir. Bu kaotik ortamda, romanın ana mekânı olan İstanbul’daki Narmanlı Apartmanı’nda yaşayan Sevda adlı karakterle tanışırız. Sevda, eğitimli, varlıklı ve bir milletvekilinin eşi olan orta yaşlı bir kadındır. Ancak evliliği, dışarıdan bakıldığında prestijli görünse de, içten içe duygusal bir boşluk ve mutsuzlukla doludur. Kocası Sedat, siyasi kariyerine gömülmüş, Sevda’yı ihmal eden bir adamdır. Sevda’nın hayatı, darbenin getirdiği ani değişimle bambaşka bir yöne evrilecektir.

Romanın ilk sahnesinde Sevda, Taksim’de öğrenci protestolarının ortasında kalır. Polislerin göstericilere sert müdahalesi sırasında yaralanan genç bir öğrenci olan Yusuf, tesadüfen Sevda’nın apartmanına sığınır. Yusuf, Tunceli’den İstanbul’a mühendislik okumaya gelmiş, idealist ve Alevi bir gençtir. Sevda, yaralı Yusuf’u evine alır, ona yardım eder ve böylece bu iki farklı dünyadan gelen insan arasında beklenmedik bir bağ kurulur. Darbenin sokakları kasıp kavurduğu bu dört gün üç gecede, apartman dairesi hem bir sığınak hem de duygusal bir hesaplaşma alanı haline gelir.

Sevda’nın kuzeni Selçuk, hikâyenin bir diğer önemli karakteridir. Narmanlı Apartmanı’nda yaşayan Selçuk, bir doktordur ve kendi evliliğinde sorunlar yaşayan, biraz hovarda bir adamdır. Eşi Sevim ile ilişkisi yüzeyseldir ve Selçuk’un hayatındaki boşluk, Sevda ile olan yakın kuzenlik bağıyla bir nebze dolmaktadır. Selçuk, Sevda’nın Yusuf’u evine aldığını öğrenince önce şaşırır, sonra bu duruma tanıklık eden bir gözlemci konumuna geçer. Darbe günlerinde apartmana sıkışıp kalan bu üçlü, hem kendi iç dünyalarıyla hem de birbirleriyle yüzleşir.

Romanın ilerleyen bölümlerinde, Sevda ile Yusuf arasında bir yakınlaşma başlar. Bu ilişki, ilk başta yardımlaşma ve merhamet üzerine kurulu gibi görünse de, zamanla tutku ve şehvet dolu bir aşka dönüşür. Sevda, 50’li yaşlarında, hayatında ilk kez böylesine yoğun bir duygusal ve fiziksel çekim hisseder. Yusuf ise gençliği, idealizmi ve masumiyetiyle Sevda’ya bambaşka bir dünyanın kapılarını açar. Darbenin gergin atmosferi, sokaklardaki tank sesleri ve radyodan gelen soğuk bildirilerle tezat oluşturan bu aşk, apartman dairesini adeta bir zaman kapsülüne çevirir. Ancak bu ilişki, sadece bir kaçamak mıdır, yoksa gerçek bir bağ mıdır, okuyucunun zihninde bir soru işareti olarak kalır.

Kulin, romanda darbenin toplumsal etkilerine de değinir. Yusuf’un Alevi kimliği, dönemin dinî ve etnik ayrımcılıklarını gündeme getirir. Sevda, Yusuf’tan “Alevi” kelimesini ilk kez duyduğunda şaşırır ve bu, onun halktan kopuk, elit bir çevrede yaşadığını gösterir. Yusuf’un anlattığı ailesinin Anadolu’daki zorlu yaşamı ve İstanbul’daki dışlanmışlığı, Sevda’nın dünyasını sorgulamasına neden olur. Öte yandan, Sedat’ın milletvekili kimliği nedeniyle darbe sonrası tutuklanabileceği ihtimali, Sevda’yı korku ve belirsizlikle baş başa bırakır. Ancak roman, bu siyasi gerilimi derinlemesine işlemek yerine, daha çok bireysel hikâyelere odaklanır.

Dört günün sonunda darbenin ilk dalgası diner, sokaklar biraz olsun sakinleşir. Yusuf, apartmandan ayrılır ve Sevda ile vedalaşır. Bu veda, duygusal bir kırılma noktasıdır; Sevda için Yusuf, hayatında unutamayacağı bir iz bırakmıştır. Ancak Yusuf’un akıbeti belirsizdir; yaralı haliyle nereye gittiği, hayatta kalıp kalmadığı okuyucuya söylenmez. Sedat’ın durumu da同様 belirsizdir; darbe sonrası onunla ne olduğu, Sevda’nın evliliğinin nasıl devam ettiği netlik kazanmaz. Roman, bu açık uçlu sonla, darbenin bireyler üzerindeki etkisinin tamamlanmamışlığını ve kaosun devam ettiğini hissettirir.

Ayşe Kulin, “4 Gün 3 Gece”de 27 Mayıs 1960 darbesini yalnızca bir fon olarak kullanmaz; bu tarihsel olay, karakterlerin duygusal ve psikolojik dönüşümünü tetikleyen bir katalizördür. Sevda’nın mutsuz evliliğinden kaçışı, Yusuf’un idealleriyle yüzleşmesi ve Selçuk’un kendi hayatındaki boşluğu fark etmesi, darbenin yarattığı olağanüstü koşullarda anlam kazanır. Romanın dili akıcı ve sade olmasına rağmen, Kulin’in karakterlerin iç dünyasını betimlemedeki ustalığı dikkat çeker. Tek mekânda geçen hikâye, adeta bir tiyatro oyunu gibi claustrofobik bir atmosfer yaratır ve okuyucuyu o dört günün içine hapseder.

Sonuç olarak, “4 Gün 3 Gece”, Türkiye’nin çalkantılı bir dönemine ışık tutarken, insan ilişkilerinin kırılganlığını ve aşkın beklenmedik anlarda filizlenebileceğini anlatan bir roman. Sevda’nın Yusuf’la geçirdiği o kısa ama yoğun zaman dilimi, onun için hem bir kurtuluş hem de bir yüzleşme olur. Darbenin gölgesinde, tankların gölgesinde ve belirsizliğin ortasında, bu apartman dairesi bir anlığına da olsa hayatın anlamını sorgulatan bir sığınak haline gelir. Kulin, tarihsel bir olayı bireysel bir hikâyeyle öyle ustalıkla harmanlar ki, okuyucu kitabı kapattığında hem 1960 darbesinin ağırlığını hem de Sevda ile Yusuf’un aşkının buruk tadını hisseder. Bu roman, kısa ama derin bir iz bırakan bir eser olarak zihinlerde yer eder.

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir