
“Tünelden Önceki Beyaz Ev,” Işıl Işık’ın kaleminden çıkan, korku ve polisiye türlerini bir araya getiren, atmosferik ve sürükleyici bir roman. Hikâye, yalnızca gizemli bir evin değil, aynı zamanda insan ruhunun karanlık köşelerinin de derinlemesine keşfedildiği bir yolculuk sunuyor. Başkahraman Eren, çocukluğunu İstanbul’da geçirmiş, annesinin ani ve trajik ölümünden sonra hayatını yeniden kurmak için Sidney’e taşınmış bir karakterdir. Annesinin kaybı, Eren’in ruhunda kapanmayan bir yara bırakmış, dedesiyle olan ilişkisini ise soğuk ve mesafeli bir hale getirmiştir. Yıllar sonra dedesinin beklenmedik ölümü, Eren’i istemese de İstanbul’a geri dönmeye zorlar. Niyeti, cenaze işlerini hızlıca halledip geçmişin gölgelerinden bir an önce kaçmaktır. Ancak dedesinden miras kalan Beyaz Ev’e adım attığı anda, bu planın gerçekleşmesi imkânsız hale gelir ve Eren kendini bir kâbusun ortasında bulur.
Beyaz Ev, romanın adeta bir diğer kahramanıdır; 162 odalı, labirentvari yapısıyla, kendi başına büyüyormuşçasına canlı bir varlık gibi tasvir edilir. Eren’in çocukluk anılarında bile bu ev, hem büyüleyici hem de ürkütücü bir yer olarak kalmıştır. Evin çevresindeki orman, yerliler arasında lanetli olduğuna dair söylentilerle çevrilidir ve Eren’in eve varışıyla bu söylentiler korkunç bir gerçekliğe dönüşür. Ormanda bulunan insan parçaları, Eren’in ilk karşılaşmasıdır ve bu keşif, onun için hem bir şok hem de bir başlangıç olur. Evin içindeyse tuhaf olaylar peşini bırakmaz: geceleri duyulan açıklanamayan sesler, duvarlarda belirip kaybolan gölgeler, kendi kendine hareket eden oyuncak bebekler ve evin altındaki tünellerde saklı karanlık sırlar. Beyaz Ev, sanki Eren’i içine çekip ona bir şeyler anlatmak istiyormuş gibi davranır. Bu esrarengiz atmosfer, Eren’in zihnini bulandırırken, okuru da adım adım gerilimin içine çeker.
Soruşturmayı yürüten Komiser Emris, olayların merkezine Eren’i yerleştirir. İnsan parçalarının bulunmasıyla başlayan soruşturma, Eren’i baş şüpheli konumuna düşürür. Emris, sert ve kuşkucu bir karakterdir; Eren’in eve dönüşünü ve dedesinin ölümünü şüpheli bulur. Eren ise masumiyetini kanıtlamaya çalışırken, bir yandan da Beyaz Ev’in sırlarını çözmeye mecbur kalır. Evin tünellerinde keşfettiği binlerce ceset, yalnızca bir seri katilin izlerini değil, aynı zamanda ailesinin karanlık geçmişini de gün yüzüne çıkarır. Annesinin ölümüyle ilgili bastırdığı hatıralar, Beyaz Ev’in duvarlarında yankılanmaya başlar ve Eren, bu evin sadece bir yapı değil, kendi hayatının kayıp parçalarını barındıran bir bulmaca olduğunu fark eder.
Romanın en çarpıcı yönlerinden biri, Işıl Işık’ın yarattığı atmosferdir. Beyaz Ev’in her odası, her koridoru, her tüneli okuyucunun zihninde canlanacak kadar detaylı betimlenir. Soğuk taş duvarlar, çürümüş ahşap mobilyalar, loş ışıklar ve tünellerden gelen uğultular, adeta bir korku filmi sahnesini andırır. Yazar, YouTube’da korku hikâyeleri anlatıcılığı deneyiminden gelen yetkinliğini bu romanda da konuşturur; her bölümde gerilim dozunu artırarak okuyucuyu merak içinde bırakır. Oyuncak bebeklerin gözleriyle Eren’i takip ettiği sahneler, tünellerde yankılanan çocuk kahkahaları ve evin kendi kendine değişen düzeni, doğaüstü ile gerçeğin sınırlarını bulanıklaştırır. Ancak bu korku unsurları, yalnızca ürpertmekle kalmaz; aynı zamanda Eren’in iç dünyasına ayna tutar.
Eren’in yolculuğu, yalnızca dışsal bir gizemi çözmekle sınırlı değildir; aynı zamanda derin bir içsel dönüşüm hikâyesidir. Annesinin ölümü, Eren’in çocukluğundan beri taşıdığı bir yük olmuştur ve Beyaz Ev’e dönüşü, bu yükle yüzleşmesini zorunlu kılar. Dedesiyle olan mesafeli ilişkisi, annesinin kaybından sonra neden bu kadar yalnız kaldığı sorusunu aklına getirir. Tünellerde bulduğu cesetler, Eren’i ailesinin geçmişine dair korkunç bir gerçekle yüzleştirirken, kendi kimliğini de sorgulamasına neden olur. Acaba Beyaz Ev’in laneti, dedesinin ya da annesinin sakladığı bir sır mıdır? Yoksa Eren’in bizzat kendisi, bu karanlığın bir parçası mıdır? Bu sorular, romanın ilerleyen bölümlerinde ustalıkla örülen bir kurguyla cevap bulur.
Komiser Emris’in soruşturması, hikâyeye polisiye bir boyut katar. Emris’in keskin zekâsı ve Eren’e duyduğu şüphe, olayların yalnızca doğaüstü bir yanı olmadığını, aynı zamanda mantıklı bir açıklaması olabileceğini hissettirir. Ancak tünellerdeki cesetlerin ortaya çıkması, soruşturmayı bambaşka bir yöne çeker. Cesetlerin kimlere ait olduğu, nasıl oraya ulaştığı ve Beyaz Ev’in bu korkunç olaylarla nasıl bağlantılı olduğu, romanın en büyük gizemlerinden biridir. Eren ve Emris, farklı motivasyonlarla da olsa, aynı gerçeğe ulaşmaya çalışır. Bu süreçte, Eren’in masumiyetini kanıtlamak için verdiği mücadele, onun cesaretini ve kararlılığını ortaya koyar.
“Tünelden Önceki Beyaz Ev,” son sayfalara kadar gerilimini koruyan ve okuyucuyu şaşırtıcı bir finalle baş başa bırakan bir eser. Işıl Işık, korku ve polisiye türlerini birleştirirken, karakterlerin duygusal derinliğini de ihmal etmez. Eren’in korkularıyla yüzleşmesi, annesinin hatırasına tutunması ve Beyaz Ev’in lanetinden kurtulma çabası, romana insanî bir boyut katar. Evin tünelleri, yalnızca fiziksel bir mekân değil, aynı zamanda Eren’in bilinçaltının bir yansımasıdır; her adımda geçmişin gölgeleriyle karşılaşır. Finalde ortaya çıkan büyük sürpriz, tüm olayları yeniden anlamlandırmaya zorlar ve okuyucuda hem bir rahatlama hem de bir hayret uyandırır.
Sonuç olarak, “Tünelden Önceki Beyaz Ev,” Türk edebiyatında korku ve polisiye türlerini birleştiren yenilikçi bir roman olarak dikkat çeker. Beyaz Ev’in gizemli koridorlarında başlayan bu macera, Eren’in hem kendi geçmişiyle hem de evin karanlık mirasıyla hesaplaşmasını anlatır.