
“Gökçen 1: Unutulan Çiçekler,” Loresima tarafından yazılan ve Ephesus Yayınları tarafından yayımlanan, duygu yüklü bir asker kurgusu romanıdır. Hikâye, çocukluklarında askeri bir lojmanda birlikte büyüyen iki yakın arkadaş, Gökçen ve Murathan’ın hayatını merkeze alıyor. Babaları asker olan bu iki çocuk, kendilerine “Pamuk” ve “Kepçük” lakaplarını takarak, dış dünyadan izole, sadece ikisinin var olduğu bir hayal dünyası kurmuştur. Ancak bu masum ve neşeli dünya, babalarının aynı anda şehit düşmesiyle aldıkları acı bir haberle yerle bir olur. Bu trajedi, iki çocuğu birbirinden koparır ve onları hiç tanımadıkları, bambaşka hayatlara savurur. Aradan geçen yirmi yılın ardından, kader onları tekrar bir araya getirir: Gökçen artık bir doktor, Murathan ise özel kuvvetler askeri olmuştur. Bu buluşma, mazinin gömülü sandıkları anılarını yeniden gün yüzüne çıkarır ve ikiliyi, geçmişle yüzleşip geleceği yeniden inşa etme ikilemiyle baş başa bırakır.
Roman, iki farklı zaman diliminde ilerler: çocuklukları ve yetişkinlikleri. Çocukluk sahneleri, lojmanın dar ama sıcak dünyasında geçer. Gökçen, minik boyuna rağmen uzun simsiyah saçlarıyla dikkat çeken, yaramaz, cesur ve boyundan büyük laflar eden bir kız çocuğudur. Murathan ise onun tam zıddı; daha sakin, koruyucu ama Gökçen’in bitmek bilmeyen afacanlıklarından bıkmış bir oğlandır. Birbirlerine taktıkları “Pamuk” ve “Kepçük” lakapları, bu iki karakterin ne kadar birbirine bağlı olduğunu ve aralarındaki saf sevgiyi simgeler. Gökçen’in en ufak darbede moraran narin teni yüzünden Murathan ona “Pamuk” derken, Gökçen de Murathan’ın kepçe kulaklarıyla dalga geçerek “Kepçük” ismini koyar. Lojmanda geçen bu anılar, koşturmacalar, kavgalar ve kahkahalarla dolu sahnelerle okuyucuya nostaljik bir sıcaklık sunar. Ancak babalarının şehadeti, bu renkli dünyayı aniden karartır. İki çocuk, ailelerinin dağılmasıyla farklı yollara sürüklenir ve birbirlerinden tamamen koparlar.
Yirmi yıl sonra, yetişkin Gökçen ve Murathan’ın yolları yeniden kesişir. Gökçen, Silopi’ye doktor olarak atanır; tesadüf eseri, burası Murathan’ın özel kuvvetler askeri olarak görev yaptığı yerdir. İlk karşılaştıkları an, sanki zaman durmuş gibidir; ne geçmiş yitip gitmiştir ne de aralarındaki bağ zayıflamıştır. Murathan artık uzun boylu, yakışıklı, kaslı ve otoriter bir askerdir; çocukluğundaki kepçe kulaklı, çelimsiz oğlan gitmiş, yerine sert ama duygularını gizleyen bir adam gelmiştir. Gökçen ise hâlâ o yaramaz, cesur kızın ruhunu taşır; fakat artık mesleğiyle insanlara yardım eden, güçlü bir kadın olmuştur. Bu buluşma, ikisinin de bastırdığı anıları ve duyguları su yüzüne çıkarır. Çocukluklarında yaşadıkları neşe, kayıp ve ayrılık acısı, şimdi yetişkin hayatlarının karmaşasıyla iç içe geçer.
Romanın önemli bir kısmı, Murathan’ın özel kuvvetler ekibi Barut Timi ile geçirdiği operasyon sahnelerine ayrılmıştır. Bu sahneler, asker kurgusunun hakkını veren gerilim ve aksiyon dolu anlarla doludur; ancak Barut Timi’nin üyeleri arasındaki samimi ve esprili diyaloglar, bu sert dünyaya beklenmedik bir sıcaklık katar. Timin her bir üyesi, kendine has kişiliğiyle hikâyeye renk katar ve okuyucunun onlarla bağ kurmasını sağlar. Öte yandan, Gökçen’in doktorluk hayatı da hikâyeye duygusal bir derinlik getirir. Hastalarına olan bağlılığı, mesleğindeki zorluklarla mücadelesi ve Murathan’la yeniden kurmaya çalıştığı ilişki, onun karakterindeki hem kırılganlığı hem de direnci gözler önüne serer.
Hikâyenin temel çatışması, geçmişle gelecek arasındaki gerilimdir. Gökçen ve Murathan, çocukluklarındaki saf dostluğu ve sevgiyi yeniden canlandırmak isterken, yirmi yıllık ayrılığın bıraktığı izlerle yüzleşmek zorundadır. Babalarının şehadeti, her ikisinin de hayatını derinden etkilemiştir; Murathan bu acıyı askerlikteki disiplin ve görev bilinciyle örtmeye çalışırken, Gökçen ise insanlara yardım ederek yaralarını sarmaya çabalamıştır. Ancak karşılaştıklarında, anılar pençelerini toprağa vurarak gömüldükleri yerden çıkar ve ikiliyi bir dönüm noktasına getirir: Ya bu anıları kucaklayıp kaderlerini yeniden yazacaklar ya da geçmişi tamamen gömüp yollarına ayrı devam edeceklerdir. Bu ikilem, romanın duygusal doruk noktasını oluşturur ve okuyucuyu hem gözyaşlarına hem de tebessüme boğar.
“Unutulan Çiçekler” ismi, hikâyeye derin bir anlam katar. Bu çiçekler, Gökçen ve Murathan’ın çocukluklarında bıraktıkları masumiyeti, kaybolan aile bağlarını ve unutulmaya yüz tutmuş anıları temsil eder. Roman, bu çiçeklerin yeniden yeşerip yeşermeyeceğini sorgularken, aynı zamanda okura bir farkındalık mesajı verir: Bazı yaralar sarılmaz, kapanmaz, sessizce en derinde durur; ama bu, hayatın devam etmeyeceği anlamına gelmez. Loresima’nın akıcı ve yalın dili, duygu geçişlerini ustalıkla aktarır; operasyon sahnelerindeki gerilimden çocukluk anılarındaki naifliğe kadar her anı okuyucuya yaşatır.
Sonuç olarak, “Gökçen 1: Unutulan Çiçekler,” dostluk, aşk, kayıp ve yeniden buluşma temalarını işleyen, hem hüzünlü hem de umut dolu bir roman. Gökçen ve Murathan’ın çocukluktan yetişkinliğe uzanan hikayesi, okuyucuyu duygudan duyguya sürüklerken, Barut Timi’nin neşeli varlığı bu ağır atmosferi dengeler. Geçmişin soğukluğu ile kalplerin sıcaklığı arasındaki çekişme, romanın ana eksenini oluşturur. Bu uzun yolculuk, okuru bir yandan ağlatıp bir yandan güldürürken, sonunda şu soruyu bırakır: Unutulan çiçekler, toprağın altında mı kalacak, yoksa bir gün yeniden gün ışığına mı kavuşacak? Serinin ilk kitabı olan bu eser, devam kitaplarını sabırsızlıkla bekletecek kadar güçlü bir etki bırakır.