
Hikâye, İstanbul’un gri bir sabahında, Boğaz’ın dalgalarının kıyıya vurduğu bir noktada başlar. Balıkçılar, suların kenarında korkunç bir manzarayla karşılaşır: elleri ve ayakları çarmıha gerilmiş bir kadın cesedi. Kadının boynunda, ince işçilikle yapılmış altın bir kolye parıldar; üzerinde zarif bir hilal motifi ve küçük bir inci bulunur. Bu kolye, sadece bir süs değildir; Atlas adındaki genç bir adamın ikiz kardeşi Talya’ya çocukluklarında anneleri tarafından hediye edilmiş kolyenin aynısıdır. Atlas, bu haberi televizyonda gördüğünde, kalbi bir anlığına durur. Kardeşi Talya ile en son birkaç ay önce konuşmuştur ve o zamandan beri ondan haber alamamaktadır. Cesedin Talya olup olmadığını anlamak için morga koşar, fakat ceset tanımadığı birine aittir. Yine de kolyenin varlığı, Atlas’ı bir kâbusun içine çeker: Talya’ya ne olmuştur ve bu cinayetle nasıl bir bağı vardır?
Atlas, bu soruların peşine düşerken, İstanbul’un dört bir yanında benzer cinayetler patlak verir. Kurbanlar hep genç kadınlardır ve hepsinin boynunda aynı altın kolye bulunur. Polis, bu cinayetleri bir seri katilin işi olarak nitelendirir, ancak Atlas için mesele çok daha kişiseldir. Kolyenin tıpatıp aynısını Talya’nın taktığını hatırlaması, onu bir dedektif gibi hareket etmeye iter. İlk adım olarak ailesine döner, ancak babası Enzel’in durumu işleri daha da karmaşıklaştırır. Enzel, son zamanlarda garip bir ruh haline bürünmüştür; sık sık odasına kapanır, anlaşılmaz sözler mırıldanır ve sanki görünmez bir varlıkla konuşuyormuş gibi hareket eder. Atlas, bir gün babasının odasında eski bir fotoğraf albümüne rastlar. Albümde, Talya’nın çocukluk fotoğraflarının yanı sıra, annelerinin gençlik yıllarında çekilmiş bir resmi dikkatini çeker: annesi, boynunda o tanıdık kolyeyle gülümsemektedir. Bu keşif, Atlas’ın aklını daha da karıştırır. Anneleri yıllar önce bir trafik kazasında ölmüştür; peki bu kolye şimdi nasıl cinayet mahallerinde ortaya çıkmaktadır?
Atlas, yalnız olmadığını bilir ve üniversiteden iki yakın arkadaşı olan Mert ve Leyla’yı yanına alır. Mert, analitik zekâsıyla ipuçlarını birleştirmede ustadır; Leyla ise cesareti ve keskin sezgileriyle ekibin bel kemiğidir. Üçlü, cinayetlerin izini sürmeye başlar ve kısa sürede tüm yolların Beyaz Ev adında, İstanbul’un eski bir semtinde bulunan tarihi bir malikâneye çıktığını fark eder. Beyaz Ev, yıllardır terk edilmiş gibi görünse de, son zamanlarda gizemli bir adam tarafından satın alınmıştır: Kerem Bey. Bu adam, dışarıdan bakıldığında zengin bir iş insanı gibi dursa da, tavırlarında tuhaf bir mesafe ve gizem taşır. Atlas ve arkadaşları, Kerem Bey’le tanışmak için eve giderler. İlk ziyaretlerinde, evin dışı kadar içi de onları büyüler; yüksek tavanlar, antika mobilyalar ve loş ışıkla aydınlanan koridorlar, sanki bir zaman kapsülünün içindeymiş hissi uyandırır. Ancak bu büyülenme, Kerem Bey’in soğuk karşılamasıyla yerini huzursuzluğa bırakır.
Araştırmaları derinleştikçe, Beyaz Ev’in geçmişi hakkında çarpıcı bilgiler ortaya çıkar. Ev, Osmanlı döneminde bir paşanın ailesine aittir ve söylentilere göre, bu aile gizli bir tarikata mensuptur. Tarikatın ritüellerinde, hilal sembolü ve altın kolyeler önemli bir yer tutmaktadır. Atlas, bu bilgiyi öğrendiğinde, kolyelerin cinayetlerle bağlantısını çözmeye bir adım daha yaklaşır. Ancak evin asıl sırrı, bodrum katında yatmaktadır. Kerem Bey’in izniyle bodruma indiklerinde, karşılarına dar bir koridor ve demir bir kapı çıkar. Kapının ardında, duvarları eski sembollerle kaplı bir oda bulurlar. Odanın ortasında, bir sunak gibi duran taş bir masa ve üzerinde kurumuş kan lekeleri vardır. Bu manzara, Atlas’ı hem ürpertir hem de Talya’nın burada olabileceği ihtimalini aklına getirir.
Tam bu sırada, Enzel’in durumu daha da kötüleşir. Atlas, bir gece babasının evde olmadığını fark eder ve onu Beyaz Ev’in yakınlarında, sokak lambasının altında transa geçmiş gibi dururken bulur. Enzel, “Tünel açılacak, hepsi geri gelecek,” diye sayıklamaktadır. Atlas, babasının bu sözlerinden bir anlam çıkarmaya çalışırken, Leyla bir ipucu bulur: Beyaz Ev’in bodrumunda, sunağın altına gizlenmiş bir tünel girişi vardır. Tünel, yerin derinliklerine doğru uzanır ve nemli duvarları, eski bir haritanın parçaları gibi sembollerle doludur. Ekibin tünele girmesiyle birlikte, olaylar tamamen kontrolden çıkar. Tünelin sonunda, bir grup insanın toplandığı gizli bir oda bulurlar. Bu insanlar, yüzlerinde beyaz maskeler ve ellerinde bıçaklarla ritüel hazırlığı yapmaktadır. Atlas, grubun liderinin Kerem Bey olduğunu fark eder ve şok içinde kalır.
Kerem Bey, bu tarikatın modern bir temsilcisi olduğunu itiraf eder. Ona göre, kolyeler birer kurban işareti taşır ve cinayetler, eski bir kehaneti gerçekleştirmek içindir. Talya’nın da bu kehanetin bir parçası olduğunu söyler; çünkü Talya, annelerinin kanından gelen özel bir mirasa sahiptir. Atlas, kardeşinin hayatta olduğunu öğrenir, ancak onu kurtarmak için zamanı yoktur. Tam bu sırada, Enzel tünelin girişinde belirir ve elinde bir silahla Kerem Bey’e ateş eder. Kaos patlak verir; maskeli adamlar dağılır, tünelin duvarları sallanmaya başlar. Atlas, Talya’yı zincire vurulmuş halde bir köşede bulur ve onu kurtarmayı başarır, ancak Enzel bu kargaşada ağır yaralanır.
Romanın sonlarına doğru, tünelin çökmesiyle Beyaz Ev büyük bir yıkıma uğrar. Atlas, Talya’yı güvenli bir yere çekerken, babasının son nefesini verdiğini görür. Enzel’in ölmeden önceki son sözleri, “Annene söyle, affetsin,” olur. Bu sözler, Atlas’ın kafasında yeni bir soru işareti bırakır: Annesinin ölümü gerçekten bir kaza mıdır, yoksa bu tarikatla bağlantılı bir sır mı saklanmıştır? Talya, yaşadıklarından dolayı şok içindedir ve konuşamaz, ama hayatta olması Atlas için bir tesellidir.
“Bodrum Katı”, Işıl Işık’ın kurguladığı bir gerilim ağıdır. Kitap, İstanbul’un tarihine, gizemli ritüellere ve aile bağlarının karmaşıklığına derinlemesine bir dalış yapar. Beyaz Ev’in bodrum katı, sadece fiziksel bir mekân değil, aynı zamanda karakterlerin korkularını, umutlarını ve geçmişlerini açığa vuran bir metafordur. Atlas’ın Talya’yı kurtarması bir zafer gibi görünse de, Enzel’in ölümü ve annesinin gizemi, hikâyeyi tam bir kapanışa ulaştırmaz. Aksine, Tünelden Önceki Beyaz Ev serisinin ikinci kitabı olarak, okuru daha büyük bir maceranın eşiğinde bırakır. Bu roman, gerilim severleri soluksuz bırakırken, her detayıyla zihni meşgul eden bir bulmacadır.