
İstanbul’un kasvetli bir sonbahar gününde, Boğaz’ın kıyısındaki dalgalar huzursuz bir mırıltıyla kıyıya vururken, tüm ülkeyi sarsan bir soruşturma yeniden alevlenir. Beyaz Ev, adeta bir lanet gibi yıllardır gizemini koruyan o tarihi yapı, bir kez daha korku ve merakın merkezi haline gelmiştir. Bu kez hikâyenin kahramanı, sert mizaçlı ama içten içe yaralı bir adam olan Başkomiser Emris’tir. Emris, kariyerinin en karmaşık davasını çözmek için kolları sıvar: Beyaz Ev’le bağlantılı cinayetler, kaybolan insanlar ve uluslararası bir suç ağının izleri. Elinde yeni ortaya çıkan delillerle, soruşturmayı Türkiye sınırlarının ötesine, Interpol’ün gölgesine taşımaya karar verir. Ancak bu yolculuk, sadece bir katili yakalamakla sınırlı kalmaz; Emris’in kendi geçmişiyle yüzleşmesine ve ekibindeki her bir bireyin sınırlarını zorlamasına dönüşür.
Soruşturmanın kalbine inmek için Emris, daha önceki Beyaz Ev vakalarında adını duyurmuş üçlüyle iş birliği yapar: Atlas, Demir ve Ala. Atlas, keskin zekâsı ve kararlılığıyla ekibin pusulasıdır; Demir, fiziksel gücü ve soğukkanlılığıyla her zaman bir adım önde durur; Ala ise sezgileriyle olayların görünmeyen yüzünü aydınlatır. Bu ekip, Beyaz Ev’in yeni sahibi Eren’le tanıştığında, işler daha da karmaşık bir hal alır. Eren, yurtdışında geçen çocukluğundan sonra dedesinden miras kalan bu eve geri dönmüş, ancak evin karanlık geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Üstelik Eren’in eski sevgilisi Arden, bu soruşturmanın kilit ismidir ve aylardır kayıptır. Arden’i bulmak, sadece suç ağını çökertmek için değil, aynı zamanda Eren’in içindeki fırtınaları dindirmek için de bir zorunlululuk haline gelir.
Hikâye, Beyaz Ev’in çatı katına doğru yükselen bir gerilimle başlar. Bu ev, yıllardır anlatılan lanet hikâyeleriyle ünlüdür; duvarları arasında kaybolanlar, açıklanamayan sesler ve gölgeler, adeta bir hayalet gibi evin ruhunu canlı tutar. Emris ve ekibi, çatı katında buldukları gizli bir geçitle karşılaşır. Bu geçit, evin derinliklerine uzanan tünellerle bağlantılıdır ve her adımda yeni bir sır açığa çıkar. Tünellerde bulunan eski haritalar, semboller ve yarım bırakılmış notlar, ekibi Arden’in izine bir adım daha yaklaştırır. Ancak bu iz, aynı zamanda onları Avrupa’nın dört bir yanına yayılan bir kovalamacanın içine çeker. Arden, polisten her zaman bir adım önde gibidir; sanki görünmez bir el onu koruyor, ya da belki de o, bu oyunun ta kendisidir.
Soruşturma ilerledikçe, Beyaz Ev’in geçmişi gün yüzüne çıkar. Ev, Osmanlı döneminde bir tarikatın merkeziymiş; ritüellerinde insan kurban edildiği söylentileri, duvarların arasında yankılanan çığlıklarla birleşmiş. Bu tarikatın modern bir kolu, uluslararası bir suç şebekesi olarak yeniden doğmuş ve Arden, bu örgütün en gizemli parçalarından biri haline gelmiştir. Emris, Arden’in Mağdurlar Okulu adında korkunç bir yerde yetiştirildiğini öğrenir. Bu okul, genç kızları acımasızca eğiten ve onları birer silaha dönüştüren bir yerdir. Arden’in burada Albay Vasilko adlı bir figür tarafından himaye edildiği ortaya çıkar. Vasilko, Arden’i manevi kızı gibi görse de, onu karanlık işlerin en tehlikeli noktalarına sürüklemekten çekinmemiştir.
Hikâyenin doruk noktasında, Emris ve ekibi, Arden’i bir Avrupa şehrinin ücra bir köşesinde kıstırır. Ancak bu buluşma, beklenmedik bir hesaplaşmaya dönüşür. Eren, eski sevgilisini karşısında gördüğünde, öfkesi ve özlemi arasında sıkışıp kalır. Arden ise ne bir kurban ne de bir suçlu gibi davranır; gözlerinde derin bir hüzün ve kararlılık vardır. Gerçek açığa çıktığında, Arden’in bu şebekeyi çökertmek için içeriden çalıştığı anlaşılır. Ancak bu gerçek, çok geç gelir; tünellerde patlayan bir tuzak, ekibi ve Arden’i ölümle burun buruna getirir. Atlas, son anda Arden’i kurtarırken, Demir bir yıkıntının altında kalır. Emris, şebekenin liderini yakalar, ama zaferin tadı buruktur; çünkü ekip, bir üyesini kaybetmenin acısıyla sarsılmıştır.
“Çatı Katı: Tünelden Önceki Beyaz Ev”, Işıl Işık’ın kaleminden dökülen bir gerilim kitabıdır. Roman, Beyaz Ev’in çatı katından tünellerine, İstanbul’un puslu sokaklarından Avrupa’nın soğuk şehirlerine uzanan bir yolculukla okuru büyüler. Emris’in liderliğindeki ekip, sadece bir suç ağını değil, kendi korkularını, geçmişlerini ve insanlıklarını da sorgular. Eren’in Arden’e duyduğu karmaşık duygular, Atlas’ın soğukkanlı ama yaralı ruhu, Ala’nın sezgisel gücü ve Demir’in fedakârlığı, hikâyeyi yalnızca bir polisiye olmaktan çıkarır; aynı zamanda bir insanlık dramına dönüştürür. Beyaz Ev, bu romanda adeta bir karakter gibi nefes alır; her odası, her gölgesi bir hikâye anlatır.
Kitap, serinin üçüncü halkası olarak, önceki romanlardaki ipuçlarını birleştirip büyük finali hazırlar. Ancak son sayfa çevrildiğinde bile bazı sorular cevapsız kalır: Arden tamamen özgür müdür, yoksa başka bir oyunun içinde mi? Beyaz Ev’in laneti gerçekten sona erdi mi, yoksa yeni bir kurbanı mı bekliyor? Işıl Işık, bu romanla okurlarını hem soluksuz bir maceraya davet eder hem de zihinlerinde yankılanan bir gizem bırakır. “Çatı Katı”, gerilim ve duygu dolu anlarıyla, uzun süre unutulmayacak bir okuma deneyimi sunar.