87 Oğuz (Rakım Çalapala) – Geniş ve Özgün Kitap Özeti
Rakım Çalapala’nın 87 Oğuz adlı eseri, Türk çocuk edebiyatında önemli bir yere sahip olan ve Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılmış bir çocuk romanıdır. 1933 yılında yayımlanan bu kitap, ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi Oğuz’un hayatını merkeze alarak, onun yoksullukla mücadele ederken zekası, azmi ve dayanışmacı ruhuyla nasıl bir dönüşüm geçirdiğini anlatır. Cumhuriyetin 10. yıl dönümünde basılan eser, dönemin eğitim anlayışını, öğretmenlerin idealist ruhunu ve çocukların dünyasını canlı bir şekilde gözler önüne serer. Marşlar, müsamereler, okul gezileri ve dayanışma temaları, okuyucuları adeta o dönemin okul günlerine götürür. Şimdi, Oğuz’un hikayesine derinlemesine bir yolculukla başlayalım ve bu eşsiz eserin detaylarını adım adım keşfedelim.
Hikaye, İstanbul’un Fatih semtinde, eski bir sokakta yaşayan yoksul bir ailenin evinde başlar. Sabahın erken saatlerinde çalar saat çalar; ancak bu ses, evin yaşlı annesi Hanife Hanım’ı tatlı uykusundan uyandırmak için değil, daha çok 10 yaşındaki Oğuz’u okul gününe hazırlamak içindir. Hanife Hanım, yılların yorgunluğunu omuzlarında taşıyan, geçim derdiyle boğuşan bir kadındır. Kocası Hamdi Bey ise yaşlı, fakir ve okuma yazma bilmediği için pişmanlık duyan bir babadır. Oğuz, bu ailenin tek çocuğudur; kısa pantolonu yamalı, siyah ceketi solmuş ve kolları kısalmış olsa da, onun gözlerinde öğrenme aşkı ve neşe parlar. Bugün, dört aylık tatilin ardından okuluna geri döneceği için heyecanlıdır. Annesi, her zamankinin aksine ona kahvaltı hazırlar: bir parça ekmek, biraz peynir ve çay. Babası ise ona nasihatlerde bulunur: “Oğlum, oku, adam ol, bizim gibi cahil kalma.” Oğuz, yeni defter ve kitap alamayacağını bilse de içinden bir söz verir: “Bu sene çok çalışacağım.”
Oğuz, evinden çıkıp modern caddeye doğru yürürken, işe giden işçilerin tersine neşelidir. İlkokul birinci sınıfta öğrendiği bir şarkıyı mırıldanır: “Tral-lal-lam, tral-lal-lam! Selam ver, selam ver!” Okulun kapısına vardığında, bahçe çocuklarla doludur. Arkadaşlarını görür; bazıları tatilde büyümüş, bazıları ise değişmiştir. İlk ders zili çalar ve Oğuz, sınıfına koşar. Sınıfta 48 öğrenci vardır; tahta eski, sıralar yıpranmış ama atmosfer sıcaktır. Öğretmenleri Nezihe Hanım, titiz, eşitlikçi ve bilgili bir kadındır. İlk ders, genellikle bir sohbet havasında geçer. Nezihe Hanım, çocuklara yeni ders yılında çok çalışmaları gerektiğini söyler ve her birine sevgi dolu gözlerle bakar. Oğuz, öğretmeninin bu bakışlarından güç alır; Nezihe Hanım, onun gözündeki ışığı fark eden nadir insanlardan biridir.
Oğuz, okuldan eve döndüğünde, evde yine az yemek olduğunu görür. Annesi, özenle yemek hazırlamaz; kalan bir parça yemeğe ekmek bandırıp üstüne su içer ve karnını doyurur. Odası, sabah bıraktığı gibidir; yatağı toplanmamış, eşyaları dağınıktır. Yorgunluktan başını yastığa koyar koymaz uyuyakalır. Günler geçtikçe, Oğuz’un okula olan sevgisi artar. Artık saat kurmadan uyanır; sabahları koşarak okula gider. Ancak bir sorun vardır: Nezihe Hanım, çocuklara defter ve kitap almalarını söylemiştir. Oğuz, bu isteği ailesine ilettiğinde ağlar, yalvarır ama ailesinin durumu bellidir. Babası, “Paramız yok evladım,” der; annesi ise duymazdan gelir. Oğuz, her sene olduğu gibi bu sene de yeni kitap alamaz. Ama pes etmez; arkadaşlarından ödünç alır, eski defterlerini kullanır ve derslerini aksatmamak için elinden geleni yapar.
Okulun ilk haftaları geçerken, bir gün sınıfa yeni bir öğrenci gelir. Şık giyimli bir kadın, yanında süs bebeğine benzeyen zayıf bir çocukla müdürün odasına girer. Kadın, zengin bir tüccarın eşidir; işleri gereği bu semte taşınmışlardır. Çocuğunun narin olduğunu, yaramazlarla arkadaşlık etmemesi gerektiğini tembih eder. Nezihe Hanım, bu yeni öğrenciyi sınıfa getirir ve Oğuz’un yanına oturtur. Çocuğun adı Selim’dir; mavi gözlü, kumral saçlı, bakımlı ve ürkek bir çocuktur. Selim, Oğuz’a hiç benzemez; hasta olmaktan korkar, oyun oynamaz ve her öğlen hizmetçisi ona bolca yemek yedirir. İlk başta çocuklar Selim’e merakla bakar, ama dersleri zayıf çıkınca bu sihir bozulur. Oğuz, Selim’i sevmez; “Bu çocuk çok süslü,” diye düşünür. Ancak Nezihe Hanım, Selim’i Oğuz’un yanına oturtarak bir şeyler planlar gibidir.
Günler ilerledikçe, Oğuz ve Selim arasında beklenmedik bir ilişki gelişir. Selim, derslerde zorlanırken Oğuz ona yardım eder. Bir gün tahtaya kalktığında soruları cevaplayamayan Selim’e, Oğuz fısıldayarak doğruları söyler. Selim, ilk başta çekingen olsa da Oğuz’un samimiyetine kayıtsız kalamaz. Oğuz, yaramaz ama zeki bir çocuktur; derslerde başarılıdır ve arkadaşlarına destek olmayı sever. Selim ise zenginliğine rağmen yalnızdır; annesinin aşırı korumacılığı onu zayıf ve pısırık yapmıştır. Nezihe Hanım, bu iki farklı dünyadan gelen çocuğu bir araya getirerek bir ders vermek ister: “Mektep, çocukların dünyasıdır. Burada herkes eşittir.” Oğuz, Selim’e okulun neşesini, oyunların güzelliğini öğretirken, Selim de Oğuz’a sabrı ve farklı bir bakış açısını kazandırır.
Hikayede, Cumhuriyet Bayramı önemli bir yer tutar. Okul, 29 Ekim’i kutlamak için hazırlanır. Çocuklar marşlar söyler, müsamereler düzenler. Nezihe Hanım, öğrencilerini Taksim Cumhuriyet Anıtı’na götürür. Oğuz, anıtı ilk kez görür ve büyülenir. Arkadaşlarıyla şiirler okur, marşlar söyler; bu gezi, onun vatan sevgisini pekiştirir. Selim ise kalabalıkta ürkek durur, ama Oğuz’un elini tutmasıyla kendini güvende hisseder. Geziden dönen çocuklar, sınıfta bir program hazırlar. Oğuz, şiir okurken Selim’e sahneye çıkma cesareti verir. Bu etkinlik, iki çocuğun dostluğunu daha da güçlendirir.
Okul yılı ilerledikçe, Oğuz’un azmi dikkat çeker. Defterleri eski, kalemi tükenmiş olsa da derslerden geri kalmaz. Nezihe Hanım, Oğuz’un çabasını fark eder ve ona eski bir defter hediye eder. Bu küçük jest, Oğuz’un motivasyonunu artırır. Selim ise Oğuz’un etkisiyle değişmeye başlar; oyunlara katılır, daha cesur olur. Ancak Selim’in annesi, oğlunun “yaramazlarla” vakit geçirdiğini duyunca okula gelir ve Nezihe Hanım’a sitem eder. Öğretmen, sakince cevap verir: “Türkiye Cumhuriyetini yükseltecek olanlar, atılgan ve cesur gençlerdir. Selim’in zayıf kalmasını istemeyiz.” Bu sözler, dönemin eğitim anlayışını yansıtır.
Yıl sonu yaklaşır. Oğuz, her gün daha çok çalışır; babasının “adam ol” sözünü unutmaz. Sınavlar gelir çatar; Oğuz, sınıfında birinci olur. Selim ise Oğuz’un yardımıyla sınıfını geçer. Son gün, Nezihe Hanım sınıfta bir konuşma yapar: “Hepiniz Türk çocuğusunuz. Kalbinizde ve bacaklarınızda kuvvet var. Bu ülkeyi sizler yükselteceksiniz.” Oğuz, bu sözlerle gurur duyar. Eve döndüğünde, annesi ve babası onun başarısını kutlar. Selim’in ailesi ise taşınır; ama Oğuz’la vedalaşırken, “Sen benim en iyi arkadaşımsın,” der. Hikaye, Oğuz’un hem kendini hem de çevresini dönüştüren bir kahraman olarak büyümesiyle sona erer.
87 Oğuz, Rakım Çalapala’nın Cumhuriyetin ilk yıllarında çocuklara verdiği mesajlarla dolu bir eseridir. Yoksulluğa rağmen azimle çalışan Oğuz, dayanışmanın ve eğitimin gücünü temsil eder. Nezihe Hanım’ın idealistliği, dönemin öğretmenlerinin ruhunu yansıtır. Marşlar, geziler ve müsamereler, Cumhuriyetin coşkusunu çocuk gözünden aktarır. Bu roman, sadece bir çocuğun hikayesi değil, aynı zamanda bir ulusun geleceğe olan inancının öyküsüdür.